Selimiye Köyü, MARMARİS
Şüphesiz ki Selimiye köyünü birçok blogger ve arkadaşınızdan duymuşsunuzdur. Son 2-3 yıldır oldukça popüler olmaya başlayan, Marmaris'ten 40 kilometre uzaklıktaki bu şirin balıkçı köyü insana bolca huzur ve mutluluk veriyor. Yaz tatillerimizi geçirmeye alıştığımız Bodrum, Çeşme gibi tatil yörelerinden çok farklı olan Selimiye, Türkiye’de beton istilasına uğramamış nadir yerlerden biri ve bence cennetten bir köşe gibi. Burada alıştığımız yüksek sesli eğlence mekânları ve beş yıldızlı otelleri görmeniz mümkün değil.
Burası bambaşka bir yer ve biz burayı çok sevdik. Neden mi? Çevresindeki
dağlar sayesinde göle benzeyen, ılık, durgun ve sakin bir deniz, sessizlik,
huzur, dağların arkasından batan ve gökyüzünü kızıla boyayan o güneş, köyü
çevreleyen badem ağaçları ve birbirinden güzel ve kaliteli oteller, kafeler,
restoranlar, tadı damağımda kalan tatlılar, balıklar ve mezeler… Başka bir şey
dememize gerek var mı? :)
Selimiye köyü M.Ö. 600’lerde kurulmuş olan Hydas yerleşimine
yakın bir noktada olduğu için Hidas, Bizans döneminde ise Losta olarak
anılmıştır. 1391 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Cumhuriyetin ilanından
sonra ise ulaşım kolaylaşmış ve köy bugünkü yerleşim yerine kaymış. Selimiye
Girit kökenli Türklerin yerleştiği bir köy olmasına rağmen aslında genelde
Türkmen Yörük kültürü hâkim. Kalabalıktan, gürültüden uzak bu köyde havadaki
oksijen bolluğu nedeniyle köyde 100 yaşını aşan çok sayıda kişi yaşıyor.
Selimiye’yi ilk kez geçen sene keşfettik. Ben daha seyahat
yazısını hazırlama fırsatı bulamadan bu sene yaza yine Selimiye’de merhaba
dedik. Böylece ben de size aktaracak bolca fotoğraf ve anı biriktirmiş oldum :)
Geçen sene Milas havaalanından Selimiye’ye geçmek için araç
kiraladık ve Marmaris İçmeler’in içinden geçecek şekilde bir rota hazırlayıp yola
çıktık. Marmaris’e kadar sıkıntı yoktu ama sonrasında yol çok bozuk olduğu için
araba kullanmak epey yordu. Tam isyan edecekken karşımıza ufacık tatlıcık Bayır
köyü çıktı.
Neredeyse 2 bin yaşındaki dev Çınar ağacının gölgesinde
gözlemelerimizi yiyip çayımızı yudumladık. O an için başka bir şey dileyemezdik
herhalde :) Eğer sizin de
buraya yolunuz düşerse Çınar ağacının etrafında 7 tur dönüp dilek dilemeyi
ihmal etmeyin :) Okaliptüslü,
kekikli ve birçok çeşit balın daha satıldığı bu köyde bal alışverişimizi de
yapıp yolumuza devam ettik. Neyse ki yarım saat geçmeden Selimiye’ye varmıştık
bile. Gördüğümüz manzara bize yol çilesini hemen unutturmaya yetti :)
Bu sene ise Kaş’tan Selimiye’ye geçerken Yandex’in çıkarttığı
rotadan şaşmadan normal yoldan gittik ve geçen sene boşuna acı çektiğimizi
anladık :) Turgut ve
Orhaniye köylerinden geçtikten sonra Selimiye köyü tablo gibi karşımıza çıktı
ve mavisi ile kendine hayran bıraktı.
Kaldığımız Swan Lake otelin çalışanları bizi kapıda karşılayıp
odamıza kadar eşlik ettiler. Odamızı anlatacak kelime bulamadığımız için fotoğraflar
konuşsun :)
Nasıl ama? Görür görmez hayalimdeki yatak odası burası dedim :) Otel sahibi
Muzaffer beye eşyaları ve mobilyaları nereden aldığını sorduk, hepsini özel
yaptırmış. Hiç şaşırmadım :) O kadar mağaza
gezdim böylesini görmedim. Biraz da balkondan manzaraya göz atalım…
Swan Lake 8 odalı bir otel, odaların hepsi deniz manzaralı. 4
oda bahçe katında ve özel kullanımlı bahçesi var, diğer 4 oda ise balkonlu. Biz
her iki gidişimizde de balkonluyu tercih ettik çünkü manzara sanki biraz daha
iyi görünüyordu :) Otele çocuk
almıyorlar. Zaten odalar da çocuklu aileleri için pek uygun değil. Otel sessiz
ve romantik, bu sebeple de genelde çiftler tercih ediyor :)
Muzaffer Bey otel sahibi inanılmaz cana yakın ve ilgili. Geçen
sene de muhabbet etme fırsatı bulmuştuk ama asıl bu sene, sezon henüz daha yeni
açılmaya başlamışken gittiğimiz için bolca birlikte vakit geçirebildik. Öyle
ki son gün denize girmekten vazgeçip tüm zamanımızı otelde geçirdik :) Muzaffer Bey'in
lezzetli ikramları ve otelin güzelliğini de düşünecek olursanız bir tam günü
otelde geçirmek az bile :)
Otelin serpme kahvaltısı muazzam ve bence en az tasarımı ve
manzarası kadar puan kazandırıyor :) Her gün taze
ve farklı lezzetler sunuluyor. Eee bu gördüğünüz manzara ile de birleşince
keyfinize keyif katıyor. İlgi ve güler yüz hiç eksik olmuyor.
Otelin denize kıyısı olmadığı için denize girmek için arabaya
atlayıp en fazla birkaç kilometre uzunluğundaki Selimiye sahiline inmeniz
gerekiyor. Denize girme kavramı Selimiye’de biraz farklı :) İlk gezimizde
yer bulmakta zorlanmıştık çünkü alıştığımız beach club’ları aramaya koyulmuştuk.
Selimiye’de her yerden denize giriliyor oysa ki. İster bir kafe, restoran, otel
veya pansiyona girip bir şeyler yiyip içme karşılığında şezlonglarını kullan,
ister havlunu herhangi bir yere ser ve denize gir :)
Selimiye sahili genelde çakıllı, kumsal alan yok bu sebeple de
su berrak ve denizin dibini görmek mümkün. İlla da kumsal istiyorum diyenler
Sığ Liman’ı tercih edebilir ama biz pek beğenmedik :) İlk günlerde
hep Sığ limanı plajı yakınlarını tercih ettik. Burası daha sakin, su daha
durgun ve daha geç derinleşiyor. Akkum pansiyon, Güvercih otel, Zeytin restoran
buradaki mekânlardan bazıları. Biz Akkum’u sevdik, çok salaş ama çalışanlar güler
yüzlü, yemekler güzel ve koyunun önü açık yani hiç tekne yanaşmıyor.
Sardunya restoran da diğer bir tercihimiz oldu. Köyün bu bölümü
daha hareketli, kalabalık, daha çok tekne yanaşıyor ve su hemen derinleşiyor.
Ama manzara, yemekler ve deniz yine güzel :) Bu sahil, bu deniz o kadar huzurlu ki
insanın sürekli hayal kurası, bol bol kitap okuyası, sevgilisini daha çok öpesi
geliyor :)
Öğlenleri genelde denize girdiğimiz mekanlarda hafif yiyerek
geçiştiriyorduk. Akşam üzeri ise sahilde turlar atıp her gün farklı bir kafede
yeni lezzetler tadıyor, hediyelik eşya dükkanlarını dolaşıyor, kedilerle
oynuyor, bol bol fotoğraf çekiyorduk.
Paprika kafe en sevdiğimiz duraklardan biriydi… Asma yaprakları
ile örtülü verandası, sahile atılmış bembeyaz masaları, güler yüzlü sahipleri,
pamuk şekerli çilekli limonatası, haşhaşlı muhallebili irmik tatlısı, enginar
tatlısı, keçiboynuzlu muhallebisi, süt reçelli ve balkabaklı cheesecake’leri
şu an aklımıza gelen güzelliklerden sadede birkaçı :) Her seferinde
yeni bir tatlı tattığımızda eşimle birbirimize bakıp “Yok artık bu da mı güzel”
dedik. Selimiye’den ayrılmadan evde tatlı yapmak için süt reçeli ve limon
marmelatı da almayı ihmal etmedik :)
Kafe Ceri beyaz ve pembe uyumu, taze demli çayı ve dondurma
eşliğinde sunulan kekleri ile bir başka durağımız oldu… Kafe Ceri’nin
gölgesinde oturup denizi seyrederken bir insan başka ne isteyebilir ki dedik
kendimize :) Buradan
ayrılmadan kafenin içindeki Losta hediyelik eşya dükkanına da uğramamak olmaz…
Bu rengarenk dükkanda kendimizi kaybettik :)
Piano jazz bar gündüzleri serinletici kokteyller, lezzetli mi
lezzetli dondurmalar, akşamları ise muhteşem jazz müzik sunan bir başka mekân… Swan
Lake otelinde kaldığımızı duyan sahipleri gecenin bir saati mutfak kapanmasına
rağmen bize tost yapıp karnımızı doyurdular sağ olsunlar :) Çok aç olduğumuz için midir, jazz müziğin etkisinden midir, karaya vuran huzurlu dalgaların
sesinden midir bilmiyoruz ama o yediğimiz tost inanılmaz güzel gelmişti :)
Karadut kahvesi rengârenk masa sandalyeleri ile, Gölge kafe yaz
sıcağında serinletici ortamı ile diğer sevimli kafeler…
Akşam yemekleri için de birbirinden güzel lezzetler sunan çok
sayıda balık lokantası var. Biz ilk günümüzde Sardunya restoranı tercih
etmiştik. Burası en popüler restoran diyebiliriz çünkü hem gündüz hem gece
tıklım tıklım dolu. Geçen sene rezervasyonla gittiğimiz bu mekânda evlilik yıl dönümümüzü
kutlamıştık. Mezeler ve balıklar çok lezzetli, manzara harikaydı…
Selimiye'nin hemen girişinde deniz kıyısındaki Hidayet’in Yeri
bu sene gittiğimiz daha sakin, daha salaş bir mekân… Rezervasyon yapmamıza
rağmen bize verdikleri masayı sevmediğimiz için başta sinir olduk ama
tattığımız lezzetler, içtiğimiz şarap ve gün batımı manzarası negatif her şeyi
unutturmaya yetti :) Buranın özellikle kalamarının meşhur
olduğunu duymuştuk. Biz de denedik gerçekten harikaydı. Meze olarak acılı
borani, deniz börülcesi ve kabak çiçeği dolması, ana yemek olarak ise Levrek
tercih etmiştik. Bu arada kekik bölgede yetiştiği için mezelerde bolca
kullanılır.
Bir başka akşam otelimizde yemek yemeyi tercih ettik. Gündüz
çıkmadan önce Lahos balığı yemek istediğimizi söylediğimiz için akşam otele
geldiğimizde balığımız hazırdı bile :)
Meze olarak tereyağında kavrulmuş otlar, bakla ve peynirli meze
hazırlanmıştı. Hepsi çok güzeldi ama özellikle kavrulmuş otların tadı hala
damağımızda… Lahos balığı da keyfimize keyif kattı. Son kadehlerimizi de
sevgilimle havuz başında içtikten sonra bu unutulmaz akşam yemeğini noktaladık :) Bu otelde
kalmaya karar verirseniz bir akşam kesinlikle burada yemek yiyin deriz :)
Burada da yemek yiyelim dediğimiz bir başka mekan da Eda
Taşpınar’ın annesinin işlettiği Aurora restoran. Bu sefer fırsat olmadı ama bir dahaki sefere burayı deneyeceğiz :)
Bu gezinin en kötü yanı ise ayrılık :(
Selimiye’de “yapmadan dönmeyin” listesi bizce böyle:
-
Paprika kafenin muhteşem tatlılarını tatmadan,
-
Kafe Ceri’de çayınızı yudumlayıp, limonlu kekinizi yemeden,
-
Losta hediyelik eşya mağazasından sevdiklerinize birbirinden
güzel hediyeler almadan,
-
Orhaniye köyünü uğrayıp, denizin üstünde yürüyen insanları
izlemeden,
-
Bayır köyünde Çınar ağacının gölgesinde dinlenmeden,
-
Sardunya restoran ve Hidayet’in Yeri’nde akşam yemeği yemeden,
-
Swan Lake otelinde kalmadan ama kalmasınız bile o muhteşem
manzara eşliğinde serpme kahvaltı yapmadan,
-
Ve son olarak gün batımı manzarasını fotoğraflamadan…
Bir sonraki gezi yazımda buluşmak üzere… Diğer seyahat yazılarımıza da göz attığınızdan emin olun :)
0 comments