Londra, İNGİLTERE
Londra’ya
ayak bastığım ilk gün bu rengarenk şehrin ABD’ye çok benzediğini fark etmiştim.
Bu düşünce ile içim ısınmış, Londra’ya kanım kaynamıştı. Her milletten insanı
barındıran bu şehirde yaşamak epey eğlenceli olabilir düşüncesiyle kocamla ve
bizi gaza getiren, yakın zamanda İngiltere vatandaşı olan dostumuzla burada iş
kurma planları yapmaya başlamıştık bile :)
2013
yılı Ağustos ayının sonunda THY ile uçuş yaparak Londra Gatwick havaalanına
iniş yaptığımızda kalbim pır pır çarpıyordu… İçimde hem Londra’ya ilk defa
geliyor olmanın heyecanı hem de “Acaba sınır kapısından geçirecekler mi”
endişesi vardı (bunda yıllardır anlatılan kapıdan çevrilenler hikayelerinin
etkisi vardı). Ama korktuğum gibi olmadı ve kısa zaman sonra arkadaşımızın
evine doğru giden trende Londra’nın tadını çıkarmaya başladık :)
Gatwick
tren istasyonundan 15 pounda bilet alıp merkez gar olan Victoria’ya geçmemizle
seyahatimiz başlıyordu. Acıkmış olduğumuz fark edip yüzlerce sandviç
zincirinden sadece biri olan Upper Crush’tan sandviçlerimizi alıp afiyetle
hüplettik. Ardından merkez istasyondan “oyster” denilen toplu taşıma kartını
alıp arkadaşımızın evinin bulunduğu “Paddington” bölgesine geçtik.
Londra’da
ev kiralarının çok pahalı olduğunu duymuştum ama arkadaşımın toplam 20 m2’lik
stüdyo dairesine 900 pound kira verdiğini öğrenince yine de şok olmuştum. Bu
stüdyo dairenin içinde 5 gün boyunca 3 kişinin yaşaması tam anlamıyla bir
maceraydı :)
İlk
gün 1 saat kadar soluklandıktan sonra kendimizi hemen dışarı attık. 23
numaralı, iki katlı klasik Londra otobüsüne binip Londra’nın kalbi Oxford street’e
vardığımızda karşımıza sınırsız restoran, kafe ve birbirinden renkli mağazalar
çıkıyordu. Tabi ki Primark ve Topshop gibi en ünlü mağazalara uğramadan geçmedik.
Ardından Regent street’e saptık ve moda severlerin ilgisini çekebilecek şık
mağazalarla karşılaştık.
Oxford Street
Oxford Street
Oxford Street
Oxford Street
Yürüyerek
Times Square’i andıran Piccadelly Circus’ı geçtik, şenlikli ve rengârenk Leicester
meydanında, Meksika mutfağı sunan Ciquitoda’da yemek molası verdik. Sürahi ile
margarita, nachos ve birbirinden lezzetli Meksika yemekleri eşliğinde 3 yakın
dost olarak keyifli bir sohbete dalmıştık ve havanın kararmaya başladığını bile
fark etmiyorduk.
Piccadelly Circus
Piccadelly Circus
Piccadelly Circus
Piccadelly Circus
Piccadelly Circus
Leicester Square
Leicester Square
Leicester Square
Hava
tamamen kararmadan Londra’nın en ünlü ve en büyük meydanlarından olan Trafalgar
meydanına varmak için acele ederken bulduk kendimizi. Buradaki National Gallery
ve Lord Nelson’ın 1805 yılındaki zarefi anısına yapılmış, Amiral Nelson anıtı
önünde bol bol fotoğraf çekindik ve güzel havanın tadını doyasıya çıkardık. Haa
bu arada havaya güzel dediğime bakmayın :) Londra standartlarına göre
güzel ama Ağustos ayında bile ince mont gerektiren bir havadan bahsediyoruz :) Trafalgar meydanına ister
Oxford Street’ten yürüyerek, isterseniz en yakın metro istasyonu olan Charing
Cross’a gelerek ulaşabilirsiniz.
Trafalgar Square
Trafalgar Square
Peki bu meydanın önemi nedir diye sorarsanız, hemen anlatayım :) Bugün Trafalgar Meydanı’nın bulunduğu alan 13. yüzyılda kralın alanıymış. 1812 yılında Kral IV. George, mimar John Nash’den alanı geliştirmesini istemiş. Ayrıca bu meydanda bulunan National Gallery, 1834 – 1838 yılları arasında inşa edilmiştir ve Van Gogh, Leonardo da Vinci ve Claude Monet gibi ünlü ressamların 2300’den fazla resim çalışmasının sergilendiği bir müzedir.
Trafalgar Square
Trafalgar Square
Trafalgar Square
Trafalgar Square
Trafalgar Square
Yolculuğun ve bütün günü yürüyerek geçirmenin yorgunluğu ile Bar Waxi O’Connars’a yaptığımız rezervasyonu iptal edip eve geçiyor ve akşamın geri kalanını şarap, peynir ve meyve eşliğinde geçirdik.
Ertesi
gün erkenden yola çıktık çünkü bu kocaman harika şehri karış karış gezmemiz
gerekiyordu. Paddington’tan yürüyerek ilk olarak Londa’nın ünlü parklarından
biri olan Hyde Park’a vardık. Hyde Park’ın alanı 1536 yılında Kral VIII. Henry
tarafından Westminster Abbey'in keşişlerinden alınmış ve avlanma
amaçlı kullanılmıştır. 1637 yılında Kral I. Charles tarafından halka
açılmıştır.
Buranın
gözlerimizi ve ruhlarımızı dinlendiren yeşili bize özlediğimiz (maalesef ki
memleketimizde göremediğimiz) manzaraları hatırlatıyor ve parkta daha uzun
zaman geçirmemiz gerektiğini anlatıyordu. Kahvaltımızı da Hyde parkın içindeki Serpentine
gölü manzaralı Benugo kafede yaparak güne güzel bir başlangıç yaptık.
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park
Hyde
parkı bırakıp yürümeye devam edince karşımıza parkın kuzeybatısında bulunan, John
Nash tarafından tasarlanmış Marble Arch çıkıyordu. Bu yapı 1837 yılında Buckingham Sarayı'na ait zafer girişi olarak
yapılmış, sonrasında ise buraya taşınmıştır. John Nash o dönemde mimari
çalışmaları ile şehrin yüzünü değiştirmekle görevlendirilmiştir ve Regent
Street, Buckingham Palace ve Regent Park civarında birçok esere imza atmıştır.
Marble Arch
Marble Arch
Marble Arch
Daha sonra yol bizi Diana Princess of Wales Memorial Walk’tan geçerek Buckingham Sarayına doğru götürdü. Bu yol ve çevresindeki alanlar Royal Park olarak adlandırılmaktadır.
Memorial Walk
Memorial Walk
Memorial Walk
Memorial Walk
Memorial Walk
Memorial Walk
Buckingham Sarayı İngiliz kraliyet ailesinin sahip
olduğu saraylardan biri ve Londra’da en çok ziyaret edilen noktalardandır. Saray Buckingham Dükü John Sheffield
tarafından 1705 yılında kır evi olarak inşa edilmiştir. 1826’da ise Kral IV
George, ünlü mimar John Nash’den evi genişletmesini istemiş ve yapı bugünkü
halini almıştır.
Buckingham Sarayı
Buckingham Sarayı’nın bir kısmı hala kraliyet ailesi tarafından kullanılmaktadır. Yaklaşık 600 odası bulunan sarayda bir balo salonu, resim galerisi ve yüzme havuzu bulunmaktadır. Kraliçenin sarayda olduğu günlerde özel bir bayrak çekilmektedir. Sarayın bazı kısımları yaz aylarında kraliyet ailesi üyeleri burada değilken ziyaret edilebilir fakat bunun çok nadir bir durum olduğu söyleniyor ve tabi ki biz de denk gelmedik :)
Buckingham Sarayı
Buckingham Sarayı
Kraliyet koleksiyonlarının sergilendiği Queen’s Gallery ise ziyarete açık bir bölümdür. Sarayın hemen önünde 1911 yılında Kraliçe Victoria adına inşa edilen Queen Victoria Memorial anıtı bulunmaktadır. Sarayın içi gezilemese de, gitmeden önce internetten o gün askerlerin değişim (Changing of the Guards) töreni var mı diye bir bakın ve sabah saat 11’den mutlaka önce orada olun.
Buckingham Sarayı
Buckingham Sarayı
Sarayın önünce bir sürü fotoğraf çekindikten sonra St James Parka doğru ilerledik ve aynı Hyde park gibi buraya bayılmıştık. Burası aslında Londra’nın en eski kraliyet parkıymış. St James Park’ın üzerine kurulu olduğu alan 1532 yılında VIII. Henry tarafından alınmış ve üzerine St James Palace inşa edilmiştir. Parkın halka açılması Kral II. Charles’ın emri ile gerçekleşmiştir. Park, yüzyıllar boyunca hayvanat bahçesi, rezervuar gibi çeşitli şekillerde kullanılmıştır. St James Park 1830 yılında John Nash tarafından tekrar tasarlanmış. Park içerisinde yer alan gölde 15’e yakın canlı yaşamaktadır; en çok dikkat çekici olanlar ise pelikanlardır.
St James Park
St James Park
St James Park
St James Park
St.
James parkından sonra yürümeye devam ederek Westminster metro durağına vardık.
Burası aslında meşhur Big Ben saat kulesinin olduğu yer ama burada fazla vakit
kaybetmeden bu özel noktayı ertesi güne bırakmaya karar verdik ve metroya
atladığımız gibi soluğu Canary Wharf station’da yani Londra’nın finans
merkezinde aldık.
Westminster
Westminster
Westminster
Big Ben
Canary Wharf
Canary Wharf
Bu
kadar yürümek gezmek yeter mi? Tabi ki hayır :) neyse ki Ağustos ayındayız
ve günler yeterince uzun daha ancak öğlen olmuş :) Canary Wharf’tan sonraki
durağımız Greenwich parkı.
Greenwich park
Kısaca
GMT yani Greenwich Mean Time denilen, 0 meridyeninin
geçtiği, Londra’nın güneydoğusundaki bir kasabadan bahsediyorum. Metrodan
çıkar çıkmaz bizi meşhur Cutty Sark gemisi karşılıyordu. Cutty Sark,
19. yy’da İngiltere Çin arasında seyahat etmiş son gemiymiş. Gördüğümüz bir
sonraki yapı National Maritime Museum (Ulusal Denizcilik Müzesi) idi. Bu
müzede deniz altı hazineleri ve denizcilerin hikâyeleri ilginizi çekebilir. Giriş
ücretsizdir. Ve sonunda sıra asıl önemli noktaya yani Greenwich parkına ve
tepedeki sıfır meridyenine geliyordu. Uzunca bir yürüyüş sonunda vardık ama
açıkçası burayı gözümde fazla büyütmüşüm sanırım :) Yanlış anlamayın, gitmeyin
demiyorum ama yıllarca okuduğunuz ve duyduğunuz bir yeri biraz daha gösterişli
ve farklı beklerdim. Yine de Londra’ya seyahat planlıyorsanız burası görülmesi
gereken en önemli yerlerdendir. Zaten parkın içi de çok güzel ben eşim ve
arkadaşımızla harika vakit geçirdik :)
Cutty Sark
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Tower of London
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
British Museum, günümüzde yaklaşık 7 milyon nesneyi bünyesinde bulunduran, Londra’nın en ünlü müzesidir. 1753’de Sir Hans Sloane’ın 71.000 nesnelik koleksiyonunu bağışlaması ile oluşturulmuş müzenin koleksiyonları 4 ana bölümde toplanmıştır: eskiçağ yapıtları bölümü (Mısır, Eski Yunan, Antik Roma, İngiltere, Ortaçağ ve Doğu yapıtlarından oluşan koleksiyonların olduğu bölüm), sikkeler ve madalyalar bölümü, baskılar ve çizimler bölümü ve etnografi bölümü (günümüzde ayrı bir yapıda bulunan Museum of Mankind). En göze çarpan koleksiyonlardan biri, birçok heykel, Ramses firavunu, ilk hiyeroglif yazı olan Rosetta Stone, mumyalar ve tabutların bulunduğu Mısır koleksiyonudur. “Antique Turkey” bölümünü de gezmeden dönmeyiniz tabi :)
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
London Eye ve Thames nehri
London Eye ve Thames nehri
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden
Son gecemizi de akşam arkadaşımızla bir pub’da buluşarak noktalıyoruz. Ertesi sabah eve dönüş ve bir sonraki gezimiz olan Mallorca ve Barselona için hazırlanmaca :)
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Greenwich park
Tekrar
Londra şehir merkezine dönmeden önce şu meşhur schnitzel’in tadına bakmak ve
karnımızı doyurmak için Trafalgar Tavern diye bir restoranda girdik ve bir
nebze de olsa soluklandık.
Metroya
binip şehir merkezine geri döndüğümüzde ilk hedefimiz Londra’nın simgesi Tower
Bridge’i görmekti. Tower Bridge’e görebileceğimiz noktaya varmadan önce karşımıza
11. yüzyılın başında Kral William tarafından yaptırılmış Tower of London
çıkıyordu. Bu kale krallara ev sahipliği yaptığı gibi, inşa edildiği dönemde ve
sonrasında uzunca bir süre kralın siyasi düşmanlarının hapsedildiği, işkence
edildiği ve öldürüldüğü bir yer olmuştur. Kalenin en popüler ziyaret noktasının
kraliyet ailesinin mücevherlerinin sergilendiği bölüm olduğunu öğreniyoruz.
Gidecek olursanız bu bölüme göz atmalı mutlaka sanırım :) Bizim pek ilgimizi çekmedi
ve hedefe odaklanarak Tower Bridge’i görebileceğimiz bir noktaya doğru azimle
yürümeye devam ettik.
Tower of London
Ve
işte orda… Thames Nehrinin üzerinde bütün görkemi ile Londra’nın en ünlü
sembolü tarih ve mimarlık harikası Tower Bridge karşımızda…
Köprü
yakınındaki Tower of London ile uyumlu olması istenildiği için,
mimar Horace Jones ve John Wolfe Barry tarafından 1894 yılında, Victorian tarzda
yapılmış. Köprünün yapıldığı dönemde Londra’nın doğusu kalabalıklaşmaya başlamış
ve şehrin iki kıyısı arasında bir geçişe ihtiyaç duyulmuş. Thames Nehri
üstündeki deniz trafiğinin yoğunluğu düşünülerek Tower Bridge açılır kapanır
şekilde yapılmış. Dilerseniz köprünün içini de ziyaret edip hem köprünün
mekanizmasını hem de Londra’yı bu açıdan da görme şansını yakalayabilirsiniz.
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
Saatlerimiz
artık akşam altıyı gösterirken yine yorulduğumuz hissediyorduk ve dinlenmek için
Tower Bridge yakınlarındaki, eskiden bir ticaret limanı olan ama şimdi modern
bir marinaya dönüştürülmüş St Katharine Docks’a geçip burada kahve molası verdik.
Rastgelen geldiğimiz bu marina bizi büyülüyordu. Çiçekler, renkler, yatlar,
kafeler, restoranlar, her şey harika…
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
St Katharine Docks
Kahve
molasından sonra, gün batımını izlemek için, uzaktan gördüğümüz Tower Bridge’e
yaklaşmaya karar veriyoruz. Bu köprünün bir harika olduğunu yakından da görüp
onaylıyoruz :) Köprünün üzerinden yürüyerek karşıya
geçerken “Evet gerçekten de Londra’dayım” diyorum :) çünkü Londra’yı gerçekten de
Tower Bridge’den daha iyi anlatan bir yapı yok.
Tower Bridge
Tower BridgeTower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
Tower Bridge
Karşıya
geçtiğimizde ilk olarak bizi, adını Kuzey İrlanda başkentinden alan, inşaatı 17
Mart 1938 yılında St Patrick Günü’nde tamamlanmış, ilk Kraliyet donanması
gemisi Belfast karşılıyor. Savaş gemisi meraklıları gemiyi gezebilirler zira
burası artık müze olarak kullanılmakta.
Belfast
Belfast
Thames nehrinin kıyısından “Queen’s walk” denilen yoldan yürümeye devam ediyoruz. Bakın bakalım bu yol üzerinde objektifimize neler takıldı :)
Queen’s walk
Queen’s walk
Nehrin bu yakasını yeterince gördüğümüze kanaat getirdikten sonra Londra’nın en modern köprüsü olan ve 2000 yılında inşa edildiği için adına “Millenium Bridge” denen köprünün üzerinden karşıya geçtik ve karşımıza ihtişamlı St. Paul Cathedral çıktı.
St Paul Katedra’li Avrupa’nın en büyük katedrallerinden biridir. 2 Eylül 1666 tarihinde başlayan ve Londra’nın büyük bir kısmını yok eden büyük yangından St. Paul Katedrali de payını almış. Bu yangında yaklaşık 13.200 ev ve 89 kilise yok olmuş ve St. Paul Katedrali de bunlardan biriymiş. Büyük yangının ardından 1699 yılında Christopher Wren ile gotik katedralin yerini alacak bir katedralin inşası için görüşülmüş ve katedralin günümüzde gördüğümüz hali 1675 – 1711 yılları arasında inşa edilmiş.
Millenium Bridge
Millenium Bridge
St. Paul Cathedral
Hava karardıktan sonra Londra’da yapılacak en güzel aktivite nedir diye sorsanız, kuşkusuz ki iki cevap alırsınız: Pub’da bira içip gece hayatının tadını çıkarmaca veya Londra’yı gece gözüyle kuş bakışı görmek için London Eye’ın uzun kuyruğuna girmece :) Biz ikisini de yaptık ama bu akşam için tercihimiz uzun kuyruk oldu :)
London Eye
London Eye aslında sadece basit bir dönme dolaptır fakat her gün 3,5 milyon turist tarafından ziyaret edilerek Londra’daki popüler turistik noktalardan biri olmuş. Her gelen turist mutlaka buraya uğrar çünkü burası bir nevi Londra’nın simgesi (Tower Bridge’den sonra). Thames Nehri kenarında Jubilee Gardens’da bulunan bu dev dönme dolap 135 metre uzunluğundadır. Milenyum için düzenlenen bir tasarım yarışmasına bu büyük dönme dolap fikri ile katılan Marks ve Barfield çifti yarışmayı kazanmış ve 1,5 yılda, 1700 ton çelik ve 3000 ton beton harcayarak, Avrupa’nın en büyük dönme dolabını inşa etmişler.
London Eye
London Eye’i her tarafından fotoğrafladıktan sonra sıra kapsüllerinden birine binip keyif yapmaya geldi. Dolabın turunu tamamlaması yaklaşık 30 dakika sürmektedir. Kapsüllerin her tarafı cam olduğu için Londra’yı 360 derece panoramik açıdan görmek mümkün. Kapsüle binmek için en iyi zaman gündüz mü gece mi diye sorarsanız gece derim çünkü biz gece bindik :) Şaka bir yana Londra’da yaşayan arkadaşımız ve başka birçok kişiden duyduğumuz buydu, gündüz gözüyle kuş bakışı Londra geceki kadar etkileyici değilmiş :)
London Eye'dan Thames nehri manzarası
London Eye'dan Thames nehri manzarası
London Eye'dan Thames nehri manzarası
London Eye
London Eye'da romantik dakikalar :)
Ve
işte Londra’daki son günümüze uyandık. Bugün arkadaşımız yanımızda değil çünkü
artık işe gitmek zorunda :) Aldık elimize haritaları
gezmediğimiz noktaları işaretleyip yola koyulduk. Önce Oxford Street’a kadar
otobüsle geçip Pret’a’Manjer’de kahvaltı ettik. Ardından British Museum’a doğru
yola çıktık.
British Museum, günümüzde yaklaşık 7 milyon nesneyi bünyesinde bulunduran, Londra’nın en ünlü müzesidir. 1753’de Sir Hans Sloane’ın 71.000 nesnelik koleksiyonunu bağışlaması ile oluşturulmuş müzenin koleksiyonları 4 ana bölümde toplanmıştır: eskiçağ yapıtları bölümü (Mısır, Eski Yunan, Antik Roma, İngiltere, Ortaçağ ve Doğu yapıtlarından oluşan koleksiyonların olduğu bölüm), sikkeler ve madalyalar bölümü, baskılar ve çizimler bölümü ve etnografi bölümü (günümüzde ayrı bir yapıda bulunan Museum of Mankind). En göze çarpan koleksiyonlardan biri, birçok heykel, Ramses firavunu, ilk hiyeroglif yazı olan Rosetta Stone, mumyalar ve tabutların bulunduğu Mısır koleksiyonudur. “Antique Turkey” bölümünü de gezmeden dönmeyiniz tabi :)
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum
British Museum bahçesi
Ünlü
müzeye de yeterince vakit ayırdığımıza kanaat getirdikten sonra sıra Londra’nın
bir başka ünlü yapısı Westminster sarayı ve Big Ben’e geldi.
Westminster sarayı
‘House of Parliament’ olarak bilinen parlamento binasıdır. 1265 yılında bu
yapıda Lordlar ve Avam Kamarası olmak üzere iki tane kamara oluşturulmuştur.
Lordlar Kamarası, Avam Kamarası’nın kalıcı bir yeri yokken onları Westminster
Sarayı’nda ziyaret etmiş. Kral VIII Edward maiyetini 1530 yılında White Hall
Sarayı’na taşıdıktan sonra Lordlar Kamarası buluşmalarını bu sarayda yapmaya
devam etmiş. 1547 yılında Avam Kamarası da buraya taşınmış ve Westminster
Sarayı o günlerden günümüze hala bu önemini taşımaktadır. Saray 1834 yılında
yangında zarar gördükten sonra 1870 yılında neo gotik tarzda onarılmış. 30
yıldan fazla süren inşa sonrasında yapıya Big Ben, Victoria Kulesi, Westminster
Salonu ve lobiler eklenmiş.
Westminster Sarayı
Westminster Sarayı
Big Ben, sarayın saat kulesidir. Resmi adı Saint Stephen’s Tower (Aziz Stephen’in Kulesi)’dır. Londra’nın en ünlü sembollerinden olan Big Ben, 19. yüzyılın ortalarında inşa edildiğinde dünyadaki en büyük kulelerden biriymiş. “Big Ben” adı aslında kulede yer alan beş çandan biri için kullanılır. 16 ton ağırlığındaki bu çan, saati gösterirken diğer dört tanesi çeyrek saatleri gösterir. Big Ben tam saati göstermesi ile bilinir ve yapıldığı günden itibaren saati çok nadir yanlış göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında yakınındaki birçok yer zarar görse de Big Ben çalışmaya devam etmiştir.
Big Ben, sarayın saat kulesidir. Resmi adı Saint Stephen’s Tower (Aziz Stephen’in Kulesi)’dır. Londra’nın en ünlü sembollerinden olan Big Ben, 19. yüzyılın ortalarında inşa edildiğinde dünyadaki en büyük kulelerden biriymiş. “Big Ben” adı aslında kulede yer alan beş çandan biri için kullanılır. 16 ton ağırlığındaki bu çan, saati gösterirken diğer dört tanesi çeyrek saatleri gösterir. Big Ben tam saati göstermesi ile bilinir ve yapıldığı günden itibaren saati çok nadir yanlış göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında yakınındaki birçok yer zarar görse de Big Ben çalışmaya devam etmiştir.
London Eye ve Thames nehri
London Eye ve Thames nehri
Londra’daki
son günümüzün son noktası ise Covent Garden oldu. Kalabalık ve rengarenk
sokaklardan oluşan bu nokta sanırım favorim oldu. Sokaklarda uzun uzun
dolaştıkça birbirinden güzel pastaneler, restoran, kafe, pub ve mağazalar çıktı
karşımıza. Sokak sanatçıları ise ortamı daha da eğlenceli hale getiriyorlardı.
Keşke daha çok vaktimiz olsa da burada bütün günümüzü geçirsek diye hayıflandık.
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden’ın hemen merkezinde cam çatılı bir sebze meyve pazarı bulunur ve esas Covent Garden’ın burası olduğu söylenir. Covent Garden’ın kurulduğu alan Orta Çağlarda sebze ihtiyacını karşılayan tarlalar ile kaplıymış. 1540 yılında Kral VIII Henry bu alanı Bedford dükü John Baron Russell’a vermiş. 1632 yılında dönemin Bedford dükü Francis Russell tarafından bölgenin yenilenmesine karar verilmiş ve mimar Inigo Jones ile görüşülmüştür. İtalyan meydan mimarisinden etkilenen Jones, Londra’nın ilk halk meydanını inşa etmiştir.
Covent Garden
Covent Garden
Covent Garden
Sivil savaşın başlaması ile Covent Garden ve çevresindeki varlıklı kesim de zorluklar yaşayınca, meydan boş kalmış ve yapıların çoğu dükkan olarak kullanılmaya başlamış. Londra’daki büyük yangın şehrin büyük kısmını etkileyince dükkanların çoğu Covent Garden’a taşınmış. 1830 yılında merkezi bir pazar binası inşa edilmiş ve cam bir çatı eklenmiş. 1870 yılında çiçek pazarı ve 1904 yılında Jubilee pazarının eklenmesi ile kompleks günümüzdeki görünümünü almış.
Covent
Garden’a aynı adı taşıyan metro istasyonundan ya da Leicester Square’da inip
yürüyerek ulaşabilirsiniz. Avrupa’nın her şehri gibi, Londra da yürüyerek
gezilmeyi hak ediyor bence. Size tavsiyem “bu şehir fazla büyük” demeden,
yorulsanız bile yürümeye devam edin ve detayları, sokakların güzelliğini
kaçırmayın.
Son gecemizi de akşam arkadaşımızla bir pub’da buluşarak noktalıyoruz. Ertesi sabah eve dönüş ve bir sonraki gezimiz olan Mallorca ve Barselona için hazırlanmaca :)
Bir
başka gezi yazısında buluşmak üzere...
7 comments
Bayıldımmmmmm bayıldım, hem de çok resimler harika ayyyy ben de gitmek istiyorum :) ayrıca siz de muhteşemsiniz, çok güzel geçmiş gerçekten iyi ki paylaştın canım, ben de kendime çok resim koyuyorsun koyma bu kadar derken baktım sen de benim gibi bol foto koymuşsun ama böyle harika oluyormuş :) bu arada kırmızı pencereli binaya bittimmm resmen, benim de blogumda yılbaşı tatilimin 1. yazısı var tatlım bakmak istersen :) www.lifeofyasmina.com
YanıtlaSilsevgiler,
Yaa bende Londra'yı görmeyi çok isteyenlerdenim. Buarada maşallah nazar değmesin size ya ne güzel eşinle bol bol geziyorsunuz. :)
YanıtlaSilGezi fotoğraflarına bakmaya bayılırım. Seninkilere ayrı bayılıyorum. Kısa, öz, doyurucu ve bol fotoğraflı. Sonuna kadar okudum. Ben de gidersem inşallah bu bilgilerden yararlanırım. Bu arada bir şehri tanımak için en iyi yapılması gereken yürümek, yürümek, yürümek :)))))
YanıtlaSilÇok tatlı bir çift gordumk i bennn cancanlarım , çok guzel anlatmışşın kujum gıtmış kaddar oldum....optum :-*
YanıtlaSilWow picture overload. I loved them all!
YanıtlaSilxoxo,
http://petitemaisonoffashion.blogspot.com/ ♥
Amazing pics, I love London!
YanıtlaSilCan't wait to go there next time! :D
xxx
S
http://s-fashion-avenue.blogspot.it
cnm yine harika kareler yakalamışsın ne güzel eğlenmişsin! ben de bir an orada olmak istedim:)))
YanıtlaSil