Güzel Atlar Ülkesi - Kapadokya
Yeni yerler keşfetmek, tatil yapmak deyince genelde aklıma yurtdışı geliyordu ama gerçek şu ki Türkiye'nin gerek tarihi eser gerek kültür gerekse yemek ve eğlence bakımından oldukça zengin bir ülke olduğunu unutuyordum. Tabi bunu anlamamda euro'nun 3 TL'yi yükselmiş olmasının da biraz payı var :)
Bu sene ilk tatilimizi Kapadokya'da yaptik. Bizi nasıl etkilediğini
anlatacak kelimeler bulmakta zorlansam da Kapadokya'nın bütün güzelliklerini
sizlere en güzel şekilde aktarmaya çalışacağım. Eşim, ben ve 4 üniversite
arkadaşımız Mart ayında bir cumartesi sabahı uçağımızı son dakika yakalayarak
Nevşehir havalanına indik ve bir vito kiralayarak turumuza başladık. İlk iş,
tavsiye üzerine bulduğumuz Uçhisar bölgesinde bulunan, Kapadokya’nın kültürünü
en iyi şekilde yansıttığını düşündüğüm ve muhteşem bir manzaraya sahip Taşkonaklar
oteline yerleşip bölge ile ilgili bilgi edindik. Oteli bir anlatmaya başlarsam
bitiremem diye korkuyorum :) Onun için aşağıda bir kaç fotoğraf paylaşıyorum,
siz zaten ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Aslında rotamızı anlatmaya başlamadan önce Kapadokya tarihi ile ilgili öğrendiklerimi sizinle paylaşmak isterim. Ülkelerin ve şehirlerin tarihini bilerek gezmek bence en doğrusudur çünkü bu şekilde gördüğümüz herşey daha anlamlı ve etkileyici gelir :)
Kapadokya bölgesi, başta Nevşehir olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksayar ve Kayseri illerine yayılmış bir bölgedir. Kapadokya bölgesi 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Coğrafi olaylar Peribacaları'nı
oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev,
kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin
izlerini günümüze taşımıştır. İnsan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar
uzandığı Kapadokya'nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret
kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran
Kapadokya, İpek Yolu'nun da önemli kavşaklarından biridir. Hititler'in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli
merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun baskısından kaçan Hristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiştir. MÖ 12. yüzyılda Hitit İmparatorluğu'nun çöküşüyle bölgede
karanlık bir dönem başlar. Bu dönemde Asur ve Frigya etkileri
taşıyan geç Hitit Kralları bölgeye egemen olur. Bu Krallıklar MÖ 6. yüzyıldaki
Pers işgaline kadar sürer.
Bugün kullanılan Kapadokya adı, Pers dilinde "Güzel Atlar
Ülkesi" anlamına gelir. MÖ 3. yüzyıl sonlarına doğru Romalıların gücü bölgede
hissedilmeye başlar. MÖ 1. yüzyıl ortalarında Kapadokya Kralları, Romalı
generallerin gücüyle atanmakta ve tahttan indirilmektedir. MS 17 yılında son
Kapadokya kralı ölünce bölge Roma'nın bir eyaleti olur. İkinci dönem Roma ve
Bizans dönemleri ve son dönem Türk dönemidir. Kapadokya'da Türk dönemi,
Bizans'tan sonra Selçukluların bölgeye hakimiyeti ile başlar. Anadolu
beylikleri ve Osmanlı Devleti'nin etkileri, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi
ile devam eder.(www.wikipedia.org)
Evet gelelim bizim gezimize… Birinci gün ilk durağımız Göreme açık hava
müzesinin yanındaki ‘Sedef’ restoranttı. Burada geleneksel testi kebabının
tadına baktık. Anadolu diye düşünmeyin turistik bölge olduğu için burada da
fiyatlar İstanbul’u aratmıyor :) Enerji depoladıktan sonra ‘Göreme açık hava müzesi’ni keşfe
başladık.
Müze kaya içine oyulmuş manastırlar, kiliseler, şapeller, yemekhaneler,
mutfaklar ve yaşam alanlarından oluşmaktadır. Bu bölge Hıristiyanlık tarihinde
önemli bir kişi olan Kayseri Piskoposu Aziz Basil tarafından 4. yüzyılda bir
dini eğitim ve düşünce merkezi olarak kurdurulmuş. Hıristiyanlık düşüncesine
bir çok yenilik getiren Aziz Basil'in fikirleri ilk olarak burada öğretilmeye
başlanmış. Bölgedeki manastır hayatı 1000 yıl kadar sürmüş. Müzede görülmesi
gereken bazı kiliseler: Aziz Basil
Şapeli, Elmalı Kilise (bu
kiliseye Elmalı kilise denmesinin nedeni Ana apsisin hemen önündeki kubbenin
içinde bulunan Archangel Michael tasfirinin elinde tuttuğu küresel nesnenin
elmaya benzetilmesidir. Archangel Michael bizim dinimizde de 4 büyük
meleklerden biri olan ve doğa olaylarının idare edilmesinden sorumlu
Mikail'dir.), Azize Barbara kilisesi
(Mısırlı olan ve hıristiyan inancı nedeniyle babası tarafından öldürüldüğü için
şehit kabul edilen Azize Barbara adına yapılmış.), Yılanlı Kilise (adını ejderha ile savaşan Aziz George tasfirinden
alır. Duvardaki yeşil ejderha figürü yılana benzetildiği için yılanlı kilise
olarak adlandırılmış), Azize Catherine
Şapeli (Bu kilise Azize Catherine adına yapılmış. Anlatılana göre Azize
Catherine Hz. İsa'yı rüyasında görüyor ve uyandığında parmağında Hz. İsa'nın
yüzüğünün takılı buluyor. Yıllarca Mısırda hermit olarak yaşamış Azize
Catherine birçok öğrenciye hıristiyanlığı öğretmiş bir şahsiyetmiş). (http://kapadokyaweb.com)
Müze belki de ilk durağımız olduğu için o an çok etkiledi bizi ama kısa
sürede birbirinin aynısı olan kiliseleri gezmekten usanan ben, diğer
duraklarımız için sabırsızlanmaya başladım :) Buyrun bakalım siz beğenecek misiniz Göreme açık hava müzesini…
İkinci durağımız benim daha çok beğendiğim Uçhisar kalesi oldu… Belki de bunda buraya gün batımına yakın bir zamanda varmamızın etkisi olmuştur. Bin yıldan fazla süre boyunca hatta 1950'li yıllara kadar insanlar kale içine oyulmuş odalarda yaşamış. Tepeye tırmanmak hiç kolay olmasa da yukarıdan manzara muhteşem… Bölgedeki birçok vadinin yanısıra Peribacaları'nın oluşmasında büyük öneme sahip Hasan ve Erciyes dağlarının heybetli manzarası izlenebilir. Burada doya doya fotoğraf çekilebilirsiniz.. Hele ki şansınıza hava güzel ve hafif bulutluysa efsane kareler çıkacaktır eminim :)
Eeee bu kadar yorulduktan sonra artık keyif yapma zamanı dedik, Balkon
restoranda yemeklerimizi bi güzel yedikten sonra soluğu Kocabağ şarap evinde aldık. Şarap tadımı yapıp en beğendiklerimizi
aldık ve otelin yolunu tuttuk. Otel sahibesi o kadar tatlı bir bayandı ki bizi
evinde ağırlıyormuş gibi ağırladı. Gittiğimiz sezonda kapalı olan şömineli
salonu bile sırf bizim için açtı ve keyifli dakikalar geçirmek için en güzel
ortamı hazırladı. Şarap, şöminede yanan odun kokusu, dostlarım… Gezmeyi tozmayı
tırmanmayı zıplamayı çok severim ama ne yalan söyleyeyim gezinin en mutlu en
değerli saatleri bu andı :)
Haa bu arada anlatmayı unuttum ilk gün uğradığımız noktalara ulaşmaya
çalışırken yol üstü gördüğümüz birçok baloncuya da uğradık ertesi sabah balona
binmeyi kafaya koymuştuk ne de olsa :) Aldığımız fiyatlar kişi başı 500 ile 750 TL arası değişiyordu ama
bıkmadık usanmadık aradık araştırdık, her oturduğumuz yerde garsonlara,
restoran sahiplerine sorduk tanıdık aradık ve sonunda kişi başı 200 TL’ye
anlaştık :) Yani siz siz olun o fiyatlara razı
olmayın pazarlık yapın demek ki indirebiliyorlarmış :)
Ertesi sabah balon ekibi, sabah saat 04:30'da bizi otelden aldılar ve
tesislere götürdüler. Burda bize kahvaltı ikram ettiler, süreci anlattılar ve
05:30 gibi balona bineceğimiz alana doğru yola çıktık. İlk aşamada gereksiz
bulsam da bindikten sonra anladım ki balona binmek Kapadokya’da ‘bunları yapmadan
dönmeyin’ listesinde en başta yer alıyor :)
Balon yükseldikçe manzara daha da büyüleyici hale gelmeye başlıyordu… Üstelik
bir de güneş doğmaya başlayınca gözlerimizi manzaradan, parmaklarımızı fotoğraf
makinesinden alamaz olmuştuk :)
Pilotumuz oldukça tecrübeli olduğu için ara ara kayalıkların yakınından
geçerek bizi adrenalin yaşatıyordu :) İniş yapmayla ilgili birçok korkutucu hikaye duymuştuk, bu sebeple de
en korktuğumuz an gelip çattığında manzarayı unutup yapmamız gerekenlere
konsantre olmuştuk. Fakat endişelenecek birşey yokmuş usta pilotumuz öyle super
bir iniş yaptı ki, hep bir ağızdan ‘vauuu verdiğimiz her kuruşa değdi
gerçekten’ dedik. İndikten sonra şampanyalı kutlama yaptık ve uçuş
sertifikalarımızı aldık :) Daha sonra, biz uçarken bizi karadan takip eden arabalarla otelimize
kadar bırakıldık. Bu kadar çok anlattım ama aslında otelimize vardığımızda saat
daha sabahın 8’ydi :)
Kahvaltıdan sonra hiç uyumadan otelin muhteşem manzarasında kahvemizi
içtik ve Kapadokya’yı keşfe devam etmek için yola koyulduk. Bugün ilk durağımız
Kapadokya bölgesine has yeraltı şehirleri içinde en büyüğü olan Derinkuyu olacak.
Tarihte birçok uygarlığa ev sahipliği yapan bu şehir, Hristiyanlığın
yayılma döneminde savunma ve saklanma amacıyla kullanılmış. Bu yeraltı şehrinin
yapılma sebebi daha çok tehlike anlarında halkın geçici olarak sığınmasını
sağlamakmış. Bu devasa şehirde ahır, kiler, yemekhane, kilise, şaraphane,
misyonerler okulu, günah çıkarma yeri, vaftiz havuzu, kuyu ve mezar odaları
mevcut. Bu yeraltı şehrinin kaç katlı olduğu bilinmiyormuş ama 8 katı ziyarete
açık durumda. Aynı zamanda, bu şehrin yörede bulunan hemen hemen her evle gizli
geçitlerle bağlantılıymış.
Bu kadar çok karanlık yeter, artık güzel havanın tadını çıkaralım deyip,
ikinci durağımız olan İhlara Vadisi’ne doğru yola çıktık. Ihlara vadisi, Hasandağı volkanından püskürtülen lavların akarsu aşındırması sonucunda oluşmuş bir vadidir.
Melendiz çayı, milyonlarca yıllık bir sürecin sonunda, kanyon görünümlü bu
vadiyi meydana getirmiştir. Bu çatlaklardan yol bulan kanyonun bugünkü halini
almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlarda Kapadokya ırmağı anlamına gelen
"Potamus Kapadukus" denilmekteymiş.14 km uzunluğunda ki vadi
boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler
bulunmaktadır. Bazı barınaklar ve kiliseler yeraltı şehirlerinde olduğu gibi
birbirine tünellerle bağlantılıymış. Ihlara vadisinde keyifli zaman geçirdik ve
çok güzel fotoğraflar çektik. Yorulduğumuzu hissettiğimizde kafe/restoran
tabelalarını takip etmeye başladık ve nihayet soluklanma fırsatı bulduk.
Ihlara vadisinden ayrılığımızda havanın kararmak üzere olduğunu
farkettik ve Ürgüp’teki Turasan Şarapevi’nin yolunu tuttuk. Asmalı Konağı
malesef arabadan görebildik
sadece ama yine de güzeldi :) Şarapevi’nde şarap tadımı yapıp, yine en
sevdiklerimizi aldık ve arabaya atladığımız gibi Kapadokya’da gün batımı
izlenecek en güzel tepesine sahip Kızılçukur vadisi'ne doğru yola çıktık.
Ayyy
işte burası gerçekten unutulmazdı. İçtiğimiz şarapların etkisi, manzaranın
sarhoşluğu, dostlarımızın sıcaklığıyla işte ortaya bu kareler çıktı :)
Bugünlük
bitti mi dersiniz? Tabi ki hayır :) Gündüzden rezervasyon yaptırdığımız, Ayvalı köyünde
bulunan, Cappadocia Home Cooking son durağımızdı. Rezervasyon yaptırırken karşıdaki
beyefendinin ne yemek istediğimizi sorması ve menüyü belirlemeye çalışması bizi
şaşırtmıştı o an, ama mekanı görünce herşey anlaşıldı :) Burası aslında çok cici bir ailenin
eviymiş. Ev birkaç katlı, bir katında kendileri yaşıyor diğer katlarını ise
restoran olarak kullanıyorlarmış. Hatta bir zamanlar otel olarak kullandıkları
bazı odaları bile varmış. Hepimiz buraya hayran olmuştuk. Sonrasında mekan bizi
şaşırtmaya devam etti. Masaya gelen yemekler şahaneydi, aile de (Teyze, oğlu ve
gelini :))
yemek boyunca bizimle oturdu, muhabbet ettiler. Gelin kaynana atışmaları çok
tatlıydı, çok eğlendik :) En sonunda ise hemen yanıbaşımızdaki sobanın içinden çıkan
patatesler ve üzerinde demlenen çay geldi sofraya. Gerçekten tek kelimeyle
kusursuzdu.
Son
gün kahvaltıdan sonra, istemeyerek de olsa check out yaptırdıp oteli terk
ettik. Bu Kapadokya’daki son günümüzdü ama görülecek daha çok yer vardı :)
Kapadokya
deyince ilk akla gelen peri bacalarıdır aslında. Peri bacalarının en ünlüsü
olan ‘Üç güzeller’ bugün ilk durağımız
olacaktı. Burayı özel kılan görüntüsünden çok efsanesi bence :) Üç Güzeller efsanesine göre,
Kapadokyada bir kral, bir de prenses yaşamaktadır. Prenses bir çobana aşık olur
ve evlenmeye karar verir; evlenirler. Prenses ve çobanın evlenmesinde kralın onayı
bulunmamaktadır. Evlenen prenses ve çobanın bir çocukları olur. Fakat kral
hala, kızını, ve evlendiği çobanı affetmemiştir. Sonunda, prenses, çoban ve çocuklarının
peşine bir asker grubu takar, yakalanıp öldürülmelerini emreder. Üç Güzeller
efsanesine göre artık kaçmaları imkansız olan prenses, çoban ve çocukları için,
prensesin Allah’a bir yakarışı bulunmaktadır: ”Allahım, bir mucizeni göster ve
bizi bu eziyetten kurtar…” Prensesin sesinin Allah tarafından duyulduğuna inanılan
Üç Güzeller efsanesinde, prenses, çoban, ve çocukları birer taşa çevrilmiştirler.
Üç
güzellerin bulunduğu alanda çok güzel bir çarşı var, biz hediyelik eşya alışverişimizi
buradan yaptık. Size de tavsiye ederim fiyatlar da gayet uygun.
Daha
sonrasında sırayla Devrent, Zelve, Çavuşin
kilisesi ve Avanos çanakçılar bölgesini
gezdik.
En çok Zelve’yi beğendiğim için çok kısa buradan bahsedip yazımı bitiyorum. Fazla uzun olduğunun farkındayım :) Zelve’ye daha ilk girişte büyüleyici atmosferi hissetmeye başladık. Zelve aslında aynı Göreme açık hava müzesine benziyor. İçinde manastırlar, kiliseler ve yerleşim yerlerinin bulunduğu bu alan Hıristiyanlığın bölgede ilk yayılmaya başladığı yermiş. Bölge Hıristiyanlık döneminin sona ermesinden sonra da 1950'li yıllara kadar köy olarak kullanılmış. O yıllarda kaya evler içinde yaşayan insanlar daha sonra vadiye 2 km uzaklıkta kurulan Zelve Köyü'ne taşınmışlar.
En çok Zelve’yi beğendiğim için çok kısa buradan bahsedip yazımı bitiyorum. Fazla uzun olduğunun farkındayım :) Zelve’ye daha ilk girişte büyüleyici atmosferi hissetmeye başladık. Zelve aslında aynı Göreme açık hava müzesine benziyor. İçinde manastırlar, kiliseler ve yerleşim yerlerinin bulunduğu bu alan Hıristiyanlığın bölgede ilk yayılmaya başladığı yermiş. Bölge Hıristiyanlık döneminin sona ermesinden sonra da 1950'li yıllara kadar köy olarak kullanılmış. O yıllarda kaya evler içinde yaşayan insanlar daha sonra vadiye 2 km uzaklıkta kurulan Zelve Köyü'ne taşınmışlar.
Avanos
ise seramik atölyelerinin bulunduğu, toprağın şekillendirilip pişirilerek kaba
kacağa dönüştüğü yerdir. Burada da çok eğlendik ve bol bol fotoğraf çektil. Tezgahın
başına oturup ustanın yardımı ile, kendi ellerinizle çamuru biçimlendirmek
burada adetmiş. Daha sonra da armağan olarak yaptığınız çömleği götürebiliyorsunuz.
Bizim bir arkadaş da denedi ve ortaya bu görüntüler çıktı :)
Avanos’tan mutlaka alışveriş yapın, zaten ben söylemesem de bunları görüp de satın almamanız mümkün mü? :)
Avanos’tan mutlaka alışveriş yapın, zaten ben söylemesem de bunları görüp de satın almamanız mümkün mü? :)
Ha
bu arada bir tüyo: Kapadokya’ya gelir gelmez hemen bir Müze kart edinmenizde
fayda var çünkü bu anlattğım yerlerin hepsinde giriş ücreti ödeniyor. Müze
karta 20 TL ödeyerek ekonomi yapabilirsiniz :) Hem bu müze kartı bir yıl boyunca Türkiye’nin bütün müzelerinde
kullanabilirsiniz.
Yapmadan dönmeyin:
Balona
binin
Kapadokya
kültürünü yansıtan taş otellerden birinde konaklayın
Şarapların
tadına bakın
Manzara
eşliğinde şarap için, gün batımı izleyin
Kapadokya
Home Cooking’e akşam yemeğine gidin
Zelve’yi
ve Uçhisar kalesini kesin gezin
Peri
Bacalarını fotoğraflayın
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere :)
12 comments
Güzel bir gezi olmuş. Kendim gitmiş kadar oldum ;) Paylaşım için teşekkürler...
YanıtlaSilRica ederim canim :) faydali olabildiysem ne mutlu bana :)
SilFotoğraflar harika canım benimm
YanıtlaSilKapadokyaya gidesimi getirdin:)
Ne kadar güzel vakit geçirdiğiniz fotoğraflardaki enerjinizden belli oluyor:)
Öpüyorum çok
Canim mutlaka gitmen lazim cok keyifli bi yer :)
SilHarika bir gezi olmuş:) Hangi kareden bahsedeyim..:) hepsi birbiri den güzel ve dolu dolu geçmiş;) zaman! Bu arada doğum gününüz kutlu olsun. Hep böyle güzel ve dolu dolu geçsin günleriniz! Nice güzel yıllara!:)
YanıtlaSilCok tesekkur ederim canim cok mutlu ettin beni :) begendigine sevindim umarim gezmeye gittiginizde faydali olur yazim :)
Silkapadokyaya daha önce gitmiş fakat bu kadar ayrıntılı gezmeye vaktim olmamıştı.. tekrar gidesim geldi :)
YanıtlaSiltaş odalar da gerçekten çok harika!
Ben de bi kere daha gitmek isterim gercekten cok guzel :)
Silayyyyyyy cnm ne güzel kareler yakalamışsın yaaa! bayılıyorum senin çekimlerine:))) oraya gidesim geldi hemen:P harika zaman geçirmiş gibisin:)))))
YanıtlaSiltatlım çok teşekkür ederim :) evet çok güzel bir geziydi eğlendik yorgunluğumuzu attık :) mutlaka gidilmeli bence Kapadokya büyüleyici gerçekten :)
Silaman Allahım sizin fotğrafların hepsi birbirinden güzel biz çocukla gidince pek dağ tepe tırmanamadık.siz tadını çıkarmışsınız.ama kesinlikle görülesi bir yermiş bende öyle düşündüm.
YanıtlaSilçoook teşekkür ederim beğendiğinize sevindim :) sizin fotolar da çok güzel ama ben çok beğendim... zaten o kadar güzel bir yer ki her objektiften güzel kareler çıkıyor :)
Sil