Datça, MUĞLA
Datça beklediğimden çok daha büyüktü, biz
buraya 3 gün ayırdık ve ucu ucuna yetti. Hatta bazı koyları göremedik bile.
Selimiye’den Datça’ya 80 km’lik zorlu bir yolu devirerek geldik. Datça yolları
korkulu rüyam oldu :( Her an tetikteydik ve bu sebeple de yavaş kullanmak zorunda kaldık.
Yol 2 saate yakın sürdü. Vardığımızda akşam saati olduğu için dışarı çıkmadık
otelde soluklandık, kaldığımız otelin sahibesi Alman Karina Hanımla sohbet
ettik, ondan Datça’yı dinledik ve ertesi günün programını yaptık :) Karina
Hanım çok cana yakın ve sevimli biri. Türkçeyi sonradan öğrendiği için aksanı
çok tatlı.
Otel Villa Tokur tertemiz ve zevkle döşenmiş,
bizden 10 puan alıyor :) Kahvaltı sofrası çok zengin değil ama bu aslında bizim şımarıklığımız
çünkü her sabah karnımız gayet de doyuyor. Otelin bir başka önemli özelliği de
merkezi olması, yeni Datça merkeze yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Ama biz yine de
her yere arabayla gidiyoruz çünkü bir günde birçok yer geziyoruz :) Otelin
bazı fotolarını aşağıda paylaşıyorum…
İkinci gün sabahı kahvaltımızı ettikten sonra
Datça merkezdeki koyları/plajları gözden geçiyoruz. Öğreniyoruz ki burada 5 ana
plaj varmış: Kargı koyu, Taşlık plajı, Kumluk plajı, Azganlı plajı ve Hastane
altı plajı. Hastane altı plajı pek çekici gelmiyor, resimlerini beğenmediğimiz
için oraya uğramıyoruz bile :) Kumluk plajı dedikleri yer zaten akşam uğrayıp yemek yiyeceğimiz yer
olduğu için burayı da es geçiyoruz… Azganlı plajı pek ıssız görünüyor, zaten
daha önce burada köpek balığı görülmüş :) Taşlık plajına
uğruyoruz bakıyoruz çok kalabalık ama ortam fena değil. Burada bir de bir
şifalı suyla dolu olduğu iddia edilen bir gölet bulunuyor. İnsanlar tuzlu suda
yüzdükten sonra buraya atlayıp ferahlıyor :) Kalabalık olmasaydı burada kesin denize girerdik.
Kargı koyuna devam ediyoruz ve Mandalya diye
bir tesiste duruyoruz çünkü sadece burada boş şezlong bulabiliyoruz. Şansımıza
mekan güzel, deniz çok güzel, servis hızlı, yemek yeri ya da kafe mi demeliyim,
plajdan 10 basamak kadar yukarıda olduğu için yemek yerken güzel bir manzaraya
şahit oluyorsunuz. Burada bol bol fotoğraf çekiyorum, işte bazıları :)
Akşam yemeği için kumluk plajı da denilen Datça
limana geçiyoruz. Burası cıvıl cıvıl çok eğlenceli… Sanat sokağı, hediyelik
eşya sokağı gibi birçok sokak var. Buralarda gezinmeyi ve alışveriş yapmayı
ihmal etmiyoruz :)
Sahildeki restoranların hepsi harika
görünüyor. Biz Kekik restorana oturuyoruz, ayaklarımız kumlarda, ara ara
denizden dalga bize kadar ulaşıyoruz :) Deniz, yakamoz,
yemekler harika, en bi sevdiğim kırmızı şarap… Anlayacağınız oldukça romantik
bir ortam. Zaten biz de bu tatile evlilik yıldönümü kutlama amacıyla çıktığımız
için konsepte uyuyor :) Şefin ellerine sağlık, yediğimiz mantarlı karidesin, laos balığının ve
irmik tatlısının tadı hala damağımda… Biraz şarap, biraz mutluluk sarhoşu
bugünü de bitirip otelimize dönüyoruz :)
Ertesi gün amacımız sabahtan Knidos’u ziyaret
etmek ama uyanamıyoruz :) Amaan tatil dediğin böyle olur, canımız isterse uyuruz, isterse
gezeriz deyip uyumaya devam ediyoruz :) Kahvaltıda
sonra, Palamutbükü’ne doğru yola çıkıyoruz. Bu günümüzü de bu koyda geçiyoruz.
Palamutbükü Datça’nın saklı koylarından biri. Yollar kötü olsa da, doğasına
hayran kalıyoruz. Dağlar, tepeler, ormanlar arasında yol alırken, karşımıza
masmavi koylar çıkıyor ve çocuklar gibi şenleniyoruz :) İşte
Palamutbükü de aynen bu şekilde çıkıyor karşımıza. Deniz muhteşem görünüyor…
Şezlong bulur bulmaz atıyoruz kendimizi denize… Burada sistem şöyle: yol
boyunca birçok restoran/pansiyon var. Bunlardan bazıları günübirlik kullanıma
açık oluyor. Belli ücret karşılığı - ki bu ücretler oldukça uygun (10-15 TL) -
şezlong kiralıyorsunuz veya aynı tesisten yemek yiyip, şezlong ve şemsiye
ücreti ödemiyorsunuz.
Akşamında artık “Eski Datça”yı, yani diğer
adıyla Reşadiye mahallesini, keşfetme zamanı diyoruz ve yine yola koyuluyoruz.
Eski Datça otelimize ve merkeze yani Yeni Datça’ya çok yakın. Arabayla 20
dakikada ulaşıyoruz. Daha girer girmez buraya bayılıyoruz. “İşte şimdi oldu”
dedirtiyor bize burası… Daha ilk girişte Can Yücel sokağını görüp giriyoruz.
Yolun sonunda Can Yücel’in evine ulaşıyoruz. Bu sokak o kadar güzel ki burada
birçok foto çekiyoruz. Bir beyefendi de benim fotoğrafımı çekmek için izin
istiyor :) Öğreniyorum ki www.datcadetay.com
sitesinin yazarı, amacı Datça’yı herkese en iyi şekilde tanıtmak, gelen
turistlere yol göstermek. Şimdi de “Datça’da bayram” başlıklı yazı
hazırlıyormuş. Belli ki benim de saçlarımda çiçeklerimle rengârenk etekli
hallerim bayram konseptine uyuyor :) Muzaffer Bey’le biraz muhabbet ettikten sonra, bu sevimli sokakları
keşfetmeye devam ediyoruz…
Gezmekten ve fotoğraf çekmekten yorulduğumuz
an, ana meydandaki (aslında meydan denemeyecek kadar küçük ama :)) Antik
kafede çok hoş akustik müzik çalınıyor kulağımıza. Hemen içeri giriyoruz ve bir
bar masasına kurulup, geceyi bu hoş mekânda tamamlıyoruz…
Eveeet… İşte son gün geldi çattı, daha
görülecek çok yer var ama biz yine uyuyakalıyoruz :) Ve yine
“olsun” deyip, kahvaltının ardından Karina Hanımla vedalaşıp, oteli terk
ediyoruz… Mesudiye köyü mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada da aynı
Palamutbükü gibi 3 saklı koy, ya da Datça’da bahsedilği gibi “bük”, bulunuyor:
Hayıt bükü, Kızıl bük ve Ova bükü. Yine aynı şahane manzaralar eşliğinde
yaklaşık yarım saatlik yolculuk yapıyoruz ve Hayıt büküne ulaşıyoruz. Ben
burayı çok beğeniyorum çünkü Palamutbükü kadar büyük bir koy değil, daha
sevimli, daha kapalı ve kesinlikle çok daha az dalgalı. Burada birkaç saatimizi
geçiyoruz, bol bol yüzüyoruz…
Kızıl bük de buradan görünüyor, Hayıt büküne
çok yakın olduğu için buraya uğramıyoruz ve Ova büküne geçiyoruz. Ova bükü tam
fotoğraflık… Deniz masmavi, fakat çok dalgalı. Dalgalı olması yüzmemizi
engelliyor ama muhteşem fotoğraflar çekiyoruz. Yemeğimizi yerken saatin 4 olduğunu
fark ediyoruz ve Knidos’a gidilmeli mi gidilmemeli mi diye düşünüyoruz çünkü
Knidos buradan 1 saat uzaklıkta, üstelik de havaalanından iyice uzaklaşmış
oluyoruz. 3.5 saat olan havaalanı yolunu 4,5 saate çıkarmış oluyoruz ama olsun
buraya kadar gelmişken, yarımadanın en uç noktası olan Knidos’u görmemek olmaz
deyip atlıyoruz arabaya. Vee yine nefes kesici manzaralar…
Knidos KapKrio (Deveboyu burnu) ve ana kara
üzerine inşa edilmiş bir antik kent. Tarih ve nefes kesici manzaraları
buluşturan bu antik kent nasıl olur da doğru düzgün korunmaz, hiç restore
edilmez diye çok şaşırıyoruz. Bir yanınız Ege Denizi, bir yanınız Akdeniz. Manzara
harika. Ben yine fotoğraf çekmeye ve çekinmeye doyamıyorum :)
Knidos antik çağın en ünlü ve zengin
kentlerindendir. Sadece Akdeniz’deki gemilerin rotası üzerinde stratejik bir
konuma sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda, bilim, mimarlık ve sanatta ileri,
kozmopolit bir kentti. Tarihin büyük astronomi ve matematik
bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve
dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos burada
yaşamış. Doktor Euryphon ve öğrencileri zamanının ikinci büyük tıp okulunu
Knidos’ta kurmuşlar. Eudoksus’un geliştirdiği ve dönemin büyük buluşu olan
güneş saati, ören yerinde bugün de görülebilir. Fakat kentin asıl
efsaneleşmesinin nedeni, bugün dünyada birçok kopyası olmasına rağmen orijinali
bulunamamış, çıplak Knidos Afroditi heykeli. Heykeltıraş Praksiteles’in M.Ö. 4.
yüzyılda yaptığı bu eserin ünü, dünyada çıplak olarak tasarlanmış, ilk kült
Afrodit heykeli olmasından kaynaklanıyor. O dönemde büyük cüret gerektiren
bir sanat eseri olarak kabul edilen bu heykelin hikayesi şöyle; Kos Adası’nın
siparişi üzerine, Praksiteles iki Afrodit heykeli yapar. O zamana kadar tanrı
heykelleri tamamıyla çıplak yapılır ancak tanrıça heykelleri hafif de olsa
örtülü olurmuş. Praksiteles’in heykellerinden biri çırılçıplaktır ve ada halkı
bunu çok müstehcen bularak geri çevirir. Oysa Knidos’lular heykeli beğenmiştir
ve bunu satın alarak, kentin en yüksek terasına, Ege’den ve Akdeniz’den
görülecek şekilde yerleştirirler. Ünlü tarihçi Lusien, banyodan yeni çıkmış ve
elinde giysisini tutan Afrodit hakkında şunları söyler; ‘’Güzelliğini hiçbir
şey örtmemiş, sol elinin eğimiyle kapadığı yerden başka.’’
Nasıl etkileyici değil mi? :)
Knidos hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz
wikipedia, datcadetay, datcarehberi gibi web sitelerinden yararlanabilirsiniz. Ben
de yazayı yazarken biraz yararlandım :)
Knidos’u da geride bırakıp hiç mola vermeden,
Milas havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Gelirken uçağı kaçırmış olabiliriz ama
bu sefer öyle bir niyetimiz yok :) Ve azmin zaferi… 4.5 saatlik yolu 3.5 saatte katediyoruz ve havalanına
1 saat erken varıyoruz :) 6 günlük tatilimiz boyunca hiç bakmadığım iş maillerime, whatssup
mesajlarına şöyle bir göz atıyorum ve tatilin bittiği gerçeğini kabul ediyorum :(
Datça’da
“yapmadan dönmeyin” listesi bence şöyle olmalı:
-
Kargı koyu ve Hayıt bükünün
muhteşem denizinde yüzmeden,
-
Ova bükü sahilinde bol bol
fotoğraf çekmeden,
-
Eski Datça’yı ziyaret etmeden,
burada keyifli bir akşam geçirmeden,
-
Knidos’u görmeden,
-
Sahilde balık restoranlarından
birinde romantik bir akşam yemeği yemeden,
-
Emekli olduktan sonra Datça’ya
yerleşmiş ve el emeği göz nuru hediyelik eşya satan dünya şekeri kadınlardan
alışveriş yapmadan…
- Ve bal, badem
almadan :)
8 comments
OMG! So many beautiful photos!
YanıtlaSilAmazing place! And you look like a princess!!!
xoxo
pearlinfashion.blogspot.com
thanks a lot dear I am so glad you liked it :)
SilBir Datça hayranı olarak,görsellere anlatışınıza hayran kaldım...
YanıtlaSilçok teşekkür ederim çok sevindim :)
Silfotoğraflar muhteşem, süper gözüküyorsunuz. iyi eğlenceler:)
YanıtlaSilçok teşekkürler :)
Silfotograflar resmen ordaymısım hhissi verdi bayıldııım
YanıtlaSilo zaman ne mutlu bana diyelim :)
Sil